Etiket - Teknoloji

Dünyada Bir İlk: Tokyo Üniversitesi’nde Küçük Duyuları Algılayabilen Cihaz Geliştirildi

Bilim dünyasında basıncı ve baskıyı algılayabilen sensörler bir süreden beri robotik kollar ve protezlerde uygulanıyordu. Şimdi ise Tokyo Üniversitesi’ndeki bilim insanları bir ilke imza atarak doğrudan cilde takılan ve çok daha küçük basınçları algılayabilen bir cihaz ürettiler.
Tokyo Üniversitesi’nden bilim insanları, doğrudan cilde takılabilen, ultra ince bir basınç sensörü geliştirdiler. Bu küçük cihaz, hem teknolojik hem de tıbbi uygulamalar için yararlı veriler üretmek üzere parmakların nesnelerle nasıl etkileşime girdiğini ölçebiliyor. Sensörün, kullanıcıların nesneleri kavrama hassasiyeti ve yeteneği üzerinde hafif bir etkisi bulunuyor aynı zamanda da “sürtünmeden kaynaklanan bozulmaya dayanıklı” olarak tanımlanıyor. Yeni cihaz cerrahların eğitiminde kullanılabileceği gibi cihazın saatçiler ve çeşitli zanatkarlar tarafından da kullanılabileceği düşünülüyor.

Hem ince hem de dayanıklı

Araştırmacıların, eller ve parmaklarla ilişkili hareketi ve diğer fiziksel ayrıntıları kaydetmek istemesinin birçok nedeni bulunuyor. Eller, malzemelerle ve yakın çevreyle doğrudan etkileşime girebilmek için birincil araçlardan… Ellerin çeşitli görevleri yerine getirme şeklini kaydedebilmek, spor ve tıp bilimi, nöro-mühendislik ve daha fazlası gibi alanlardaki araştırmacılara yardımcı olabilir. Ancak bu verileri yakalamak kolay değil. Tokyo Üniversitesi’nden Öğretim Görevlisi Sunghoon Lee’ye göre, parmak uçları oldukça hassas.… Hatta o kadar hassaslar ki, bir metrenin milyonda biri kalınlığındaki süper ince bir plastik folyo” bir bireyin hislerini etkilemek için yeterli… Bu nedenle Lee, parmaklar için giyilebilir bir sensörün son derece ince olması gerektiğini söyleyerek “Bununla birlikte, bu özelliği onu çok hassas kılıyor ve sürtünme veya tekrarlanan fiziksel eylemlerden zarar görmeye yatkın hale getiriyor” diyor. İşte bunun üstesinden gelebilmek için de araştırmacılar ince ve gözenekli nanomesh sensörü” olarak tanımladıkları özel bir işlevsel malzeme geliştirdiler.
Algılanan hassasiyeti etkilemiyor
Parmağa takıldığında küçük dokunuşları algılayabilen cihazda 4 farklı tabaka bulunmakla birlikte cihazda poliüretan ağ yapısına sahip 1 adet yalıtkan katman, 3 adet ise iletken tabakayı oluşturan altın çizgi katmanı bulunuyor. İletken altın çizgiler basınç elektrotları olarak işlev görüyor. Lee, sensörler üzerinde “18 deneğin yardımıyla” zahmetli bir dizi deneme gerçekleştirdiklerini söyleyerek “Çalışmalar sonunda deneklerimiz, sensörlerin algılanamaz olduğunu ve ne sürtünme yoluyla nesneleri tutma yeteneğini ne de sensör takılı olmadan aynı görevi gerçekleştirmeye kıyasla algılanan hassasiyeti etkilemediğini doğruladılar. Tam da umduğumuz sonuç buydu” diyor.

Kaynak: https://www.sciencetimes.com/articles/28354/20201121/first-time-world-demonstration-ultra-pressure-sensor-attached-fingertips.htm

2021’de Yapay Zekayı Bekleyen 4 Yeni Trend

2021’de Yapay Zekayı Bekleyen 4 Yeni Trend

Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgını, iş yapma biçimlerini pek çok yönden değiştirdi. Öte yandan yapay zekanın yaşamımız üzerindeki etkisi bu süreçte azalmadığı gibi oldukça arttı ve akıllı makinelerin bu salgına ve gelecekte karşılaşabileceğimiz diğer salgınlara karşı devam eden mücadelede büyük bir rol oynayacağı aşikar hale geldi.

İçinde bulunduğumuz 2020’de koronavirüs pandemisi ortaya çıkmadan ve pek çok şey alt üst olmadan önce yapay zeka özellikle de makine öğrenimi ve akıllı makineler neredeyse her sektörde yaygın bir karışıklığa neden oluyordu. Tüm dünyada etkili olan küresel salgın ise çalışma hayatını ve iş yapma şekillerini baştan aşağı değiştirdi. Buna karşın yapay zekanın yaşamlarımız üzerindeki etkisi azalmadı hatta kendi kendine öğretme algoritmalarının ve akıllı makinelerin bu ve gelecekte karşılaşabileceğimiz diğer salgınlara karşı devam eden mücadelede büyük bir rol oynayacağı anlaşıldı.

Yakın gelecekte yaşama ve çalışma şeklimizi değiştirecek teknolojileri seçmek söz konusu olduğunda, yapay zeka şüphesiz önemli bir trend olmaya devam edecek. Peki, önümüzdeki yılda yapay zekada neler değişecek ve neler ön plana çıkacak? İşte cevabı…

Daha Akıllı Büyük Veri Analitiği ve Öngörüleri

Devam eden ve ne zaman sona ereceği henüz bilinemeyen pandemi sırasında, virüslerin dünya çapında yayılmasına ilişkin verileri hızlı bir şekilde analiz etme ve yorumlama ihtiyacını ilk elden görmüş olduk. Hükümetler, küresel sağlık kuruluşları, akademik araştırma merkezleri bilgilerin toplanabileceği ve birlikte çalışılabileceği yeni yollar geliştirmek için bir araya geldi. Her gece yaşadığımız bölgedeki güncel enfeksiyon veya ölüm oranları verildiğinde, bunun sonuçlarını haberlerde görmeye alıştık.

Teknolojik ilerleme, bu salgının 50 milyon cana mal olan 1918 İspanyol Gribi salgını kadar öldürücü olmamasının ana nedenlerinden biri… Tıbbi teknoloji ve bakım standartlarındaki ilerleme, salgınların daha hızlı tespit edilebilmesi ve karantina uygulamalarını sağlayan iletişim teknolojisindeki ilerlemeler söz konusu teknolojinin alt başlıkları ve önümüzdeki yıl, salgınlarla daha etkili bir şekilde başa çıkmamızı sağlayan teknolojik gelişmeler listesine yapay zeka da eklenecek. Yapay zeka sayesinde salgınlar daha kolay tespit edilecek, enfekte kişiler arasındaki iletişim izlenebilecek, daha doğru teşhisler konulacak ve bir virüsün gelişebileceği yolları tahmin ederek gelecekte daha etkili ve kalıcı aşılar geliştirilebilecek. Üstelik yapay zekanın yalnızca virüslerle mücadeleyle ilgili değil, sağlık hizmetinin diğer birçok alanında da hızla benimsendiğini göreceğiz.

Otomatik Tespit ve Önleme

Pandemi döneminde sosyal mesafe kurallarına uyulup uyulmadığını izlemek için pek çok ülkede drone’lar kullanıldı. Bir kalabalığın içindeki insanlarda “yüksek ateş” gibi COVID-19 semptomlarını tespit etme yeteneğine sahip drone’lar gibi daha gelişmiş uygulamalar ufukta görünüyor. Bu sistemler, drone’larda kameralar tarafından yakalanan verileri analiz etmek ve yetkilileri virüsün yayılmasıyla ilgili istatistikler ile olasılıklar hakkında bilgilendirmek için kullanılacaklar. Bir diğer gelişme alanı da yüz tanıma teknolojileri olacak ki halihazırda bu teknoloji, yetkililer tarafından karantinadan kaçınanları tespit etmek veya kalabalığın içinde semptomlar gösterenlerin hareketlerini izlemek için kullanılıyor. Kamuoyu, daha önceleri oldukça kuşkuyla baktığı yüz tanıma teknolojisine sağlık riskleri nedeniyle artık daha toleranslı hale geldi.

Geri Tepen İşler – Davranışsal Dönüşümü Tahmin Etme

COVID-19’un yayılması yaşamı, çalışma ve sosyalleşme şekillerini büyük ölçüde etkiledi. Toplumun birçok alanında dijitale doğru istikrarlı ve güçlü bir eğilim bulunuyordu ve salgın ise bu eğilimi adeta bir izdihama çevirdi. Örneğin Amazon’un 2020’nin ikinci çeyreğindeki satışları, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 40 artış gösterdi. Çünkü şimdiye kadar online alışverişten kaçınanlar bile seçeneklerini yeniden değerlendirmek zorunda kaldı.

Bu süreçte müşterilerinin yeni bir gerçekliğe nasıl adapte olduklarını anlamalarına yardımcı olmak için yapay zeka araçları ve platformları zaten işletmelerin yanlarında…  Daha önce ticaret ve ilişki geliştirme için dijital kanalları benimsemekte geciken kuruluşlar, durumun aciliyetini anlamaya başlayarak davranışsal analitik ve kişiselleştirme gibi kavramları hızla benimsedi. Kuruluşlara bu teknolojiye erişim sağlayan araçların ise 2021 boyunca giderek yaygınlaşması bekleniyor.

Bir Sonraki Pandemiyi Daha Başlamadan Engellemek

Yapay zeka algoritmalarının çoğu tahmine yönelik ve yapay zeka destekli epidemiyolojinin en önemli bölümü, gelecekteki salgınların ne zaman ve nerede meydana geleceğini doğru bir şekilde tahmin edebilen sistemler yaratabilmek olacak. Aslında bu araştırma bir süredir devam ediyor hatta mevcut salgınla ilgili çapıcı bir uyarı yapay zeka tarafından oluşturulmuştu bile… Buna göre Toronto merkezli BlueDot’un aracı, 31 Aralık 2019’da Çin’in Wuhan kentinde olası bir salgın hakkında bir uyarı yayınladığında günlük 100 binin üzerinde hükümet ve medya veri kaynağını tarıyordu.

Yapay zeka araştırmalarından önümüzdeki 18 ay içinde viral salgınları tespit etme ve bu tehlikeye tepki verme yeteneğini daha da geliştirmesi bekleniyor. Ancak bunun gerçekleşmesi için hükümetler ve özel sektör arasında devam eden küresel iş birliğinin bulunması gerekiyor. Bu nedenle, tıbbi data setlerine erişim ve uluslararası bilgi alışverişinin önündeki engeller gibi başlıklar önümüzdeki yıl için gündemdeki konular olacak.

Kaynak: https://www.forbes.com/sites/bernardmarr/2020/09/21/the-4-top-artificial-intelligence-trends-for-2021/#28b2819d1c2a

14 Ülke Bir Araya Gelerek Küresel Yapay Zeka Ortaklığı Kurdu

Yapay zekanın doğru, insanlık yararına kullanımı ve hukuksal çerçevesinin oluşturulması konusunda somut adımlar atılıyor. Bunun sonucu olarak 14 ülke bir araya gelerek yapay zekanın “sorumlu” gelişimini denetlemeyi amaçlayan ve öncelikle teknolojinin Covid-19 pandemisinden kurtulmaya nasıl yardımcı olabileceğini inceleyen Küresel Yapay Zeka Ortaklığı (GPAI) kurdu.  

 

Sürekli gelişen ve kendini yenileyen yapay zekanın geleceği her zaman tartışmaya açık oldu. Yapay zeka, kimileri için geleceğin vazgeçilmez bir unsuru olacak, kimilerine göre ise insanlığın sonunu getirecek. Nitekim yapay zekaya temkinli yaklaşan isimlerden biri olan Elon Musk’a göre yapay zeka konusunda insanoğlu çok dikkatli olmalı zira yapay zeka nükleer silahlardan bile daha tehlikeli… Sektördeki isimler tartışmalara devam ederken; yapay zekanın geleceği konusunda bugüne kadar en somut adım atıldı ve “Yapay Zekâ Küresel Ortaklığı” (GPAI) kuruldu. Avustralya, Kanada, Fransa, Almanya, Hindistan, İtalya, Japonya, Meksika, Yeni Zelanda, Güney Kore, Singapur, Slovenya, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Avrupa Birliği’ni de içeren grubun ortak açıklamasında “Kurucu üyeler olarak bizler yapay zekanın insan merkezli gelişimini ve bu teknolojinin insan hakları, temel özgürlükler ve ortak demokratik değerlerimizle tutarlı bir şekilde desteklenmesini sağlayacağız” denildi.

Dört konuya odaklanılacak

Girişim, yapay zeka araştırmalarını ve uygulamalı faaliyetlerini endüstri, sivil toplum örgütleri, hükümetler ve akademi ortakları ile çalışarak desteklemeyi amaçlıyor. Aynı zamanda yapay zekayı “insan hakları, çeşitlilik, yenilikçilik ve ekonomik büyümeye dayanan” bir yaklaşımla geliştirmek istediğini de açıklıyor. Grubun ilk aşamada ise “sorumlu yapay zeka”, “veri yönetimi”, “işin geleceği” ve “yenilik ve ticarileştirme” konularına odaklanması bekleniyor.

Yapay Zekâ Küresel Ortaklığı’nın (GPAI) sekreteryasını ise Ekonomik İş birliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) üstlenirken; OECD Genel Sekreteri Angel Gurría, “Yapay zeka, Covid-19’a ve diğer küresel zorluklara, güven, şeffaflık ve hesap verebilirlik ile geliştirilmesi ve kullanılması koşuluyla katalizör rol oynayabilecek gerçek bir dönüşüm teknolojisi” diye konuşuyor. Nitekim, salgının başından itibaren virüsün tanımlanmasından ilaç geliştirilmesine, hasta bireylerin teşhisinden aşı çalışmalarına kadar pek çok alanda yapay zekadan faydalanılıyor. Hatta hastalığın yayılımının modellenmesinde ve toplanan büyük verinin analizinde derin öğrenme kullanılıyor. Bu nedenle uzmanlara göre pandemi sürecinin ortaklığın kurulma sürecini hızlandırdığını söylemek mümkün…

Kaynak: https://tech.newstatesman.com/policy/global-partnership-on-artificial-intelligence

 

 

 

Çin’de Geliştirilen Yolculu Droneler Göklerde

Askeri alanda kullanılan, yangın söndüren, arama kurtarma çalışmalarına katılan ve kargo taşıyan dronelar artık yolcu da taşıyacak. Çin’in Guangzhou kentinde, dünyanın ilk yolcu taşıyabilme özelliğine sahip drone kabinleri hizmete sunulurken, bu yeni teknolojinin yolcu taşımacılığını baştan sona değiştirmesi bekleniyor.

Drone teknolojisi hayatımıza gireli çok olmasa da bu alanda yaşanan gelişmeler baş döndürücü… Pek çok farklı alanda kullanılan drone teknolojisini artık yeni bir sektörde -yolcu taşımacılığında- daha sık göreceğiz. Zira eHang isimli bir şirket tarafından üretilen ve “uçan taksi” olarak da anılan yeni dronelar, Çin’in Guangzhou kentinde tanıtıldı. Kalkış ve iniş için piste gerek durmayan 2 yolcu kapasiteli bu araçlar, 340 kilogram ağırlığa ve 16 pervaneye sahip…

Otonom uçuş teknolojisine sahip

Saatte 130 kilometre seviyesine kadar bir hız performansı sergileyebilen uçan taksiler, 220 kiloya kadar yolcu taşıyabiliyor. Aynı zamanda dronelarla yolculuk ederken 4G ve 5G bağlantılarını kullanmak da mümkün olacak. Tamamen elektrikle çalışan ve şarjı tam 2 saat dayanabilen dronelar, deniz seviyesinde uçurulduğunda 23 dakika havada kalabiliyor. Bu yeni teknolojinin sahip olduğu diğer bir özellik de tamamen otonom uçuş teknolojisine sahip olması. Bu sayede uzmanlar droneların insan kaynaklı hiçbir hatadan etkilenmeyeceğini düşünüyor. Yapılan kapsamlı testlerin ardından seri üretime geçilen dronelar için aynı zamanda Çin Sivil Havacılık Yönetimi tarafından da onay alındı.

Kaynak: https://www.thesun.co.uk/tech/11809331/ehang-passenger-drone-flight-china/

 

 

 

 

Işınlanma Artık Hayal Değil!

Bilimkurgu filmlerinin vazgeçilmez teknolojilerinden biri olan ışınlama için kurgudan gerçeğe dönüşme vakti gelmiş görünüyor. Zira Bristol Üniversitesi ve Danimarka Teknik Üniversitesi’ndeki bilim insanları, kuantum dolanıklık sayesinde yeni bir kuantum ışınlama teknolojisi geliştirerek ilk kez iki çip arasında veri ışınlamış oldu.

Bir zamanların fenomen dizisi Uzay Yolu’na dair neler hatırlarsınız desek alacağımız cevapların çoğu Kaptan Kirk’ün beylik lafı “Işınla beni Scotty” olurdu herhalde…  İnsanların bir yerden başka bir yere saniyeler içinde transferini sağlayan bu teknoloji çoğumuz için hâlâ bir bilim-kurgu malzemesi…  Oysa daha önce bazı deneysel çalışmaların yapıldığı veri ışınlanmasında bir adım daha ileri gidildi ve Bristol Üniversitesi ve Danimarka Teknik Üniversitesi’ndeki bilim insanları kuantum dolanıklık sayesinde yeni bir kuantum ışınlama teknolojisi geliştirdiklerini duyurdu. Bu, ilk kez iki çip arasında veri ışınlandığı anlamına gelirken; bilim insanları bu atılımın hem kuantum bilgisayarlar hem de kuantum internet için imkan sağladığını düşünüyor.

Çalışmanın odağında “kuantum” var

Işınlanmanın gerçekleşmesini sağlayan “kuantum dolanıklık”, iki parçanın uzun mesafelerde iletişime geçebilecek kadar iç içe geçebildiği yer olarak düşünülebilir. Bu sayede bir parçacık üzerinde meydana gelen değişiklik anında diğer parçacık üzerinde gerçekleşirken; teorik olarak bu yaklaşımda herhangi bir mesafe engeli bulunmuyor. Çalışmalar sırasında çiplerde bir çift dolaşmış foton kullanan bilim insanları, ardından bir fotonun kuantum ölçümü gerçekleştirdi. Bu sayede çip üzerinde yapılan değişiklikler, diğer çipte bulunan ortak fotona da uygulanmış oldu. Daha sonra çiplerin her birini kuantum dolaşımını kullanan bir dizi gösteri yapması için programlayan bilim insanları, çipli ışınlanma deneyi sonrası, kuantum ölçümünü yaptıktan sonra bir parçacığın bireysel kuantum durumunun iki çip boyunca iletildiğini ortaya çıkardı.

Kuantum hesaplama için önemli bir adım

Söz konusu ışınlanma nesneleri bir yerden başka bir yere aktarmayı içermese de kuantum bilgisini hemen hemen her yere taşımaya olanak sağlıyor. Üstelik bilim insanlarına göre, kuantum ışınlanma deneyinin başarı oranı yüzde 91. Çalışmayı yapan bilim insanları ışınlanmanın sadece kuantum iletişimi için yararlı olmadığını, aynı zamanda kuantum hesaplamanın da temel yapı taşı olduğunu söylüyor. Ekipten Dan Llewellyn, bu çalışmayla laboratuvardaki birbirine dolanmış iki çip arasında bir iletişim bağlantısı kurmanın zor olsa da kanıtlandığını söyleyerek yeni süreçlerinin daha kaliteli, daha hızlı kuantum devreleri sağlayacağını ve bugüne kadar üretilen en verimli yöntemlerden biri olduğunu belirtiyor. Aynı zamanda Dr. Llewellyn, bunun “kuantum hesaplama ve iletişimde gerekli olan daha karmaşık kuantum devrelerinin” oluşturulmasına yol açabilecek önemli bir adım olduğunu da söylüyor.

Kaynak: https://www.dailymail.co.uk/sciencetech/article-7830043/Information-TELEPORTED-two-chips-time.html

Önümüzdeki 10 Yılda Dünyayı Değiştirebilecek Büyük Keşifler Neler Olacak?

Son 10 yılda bilim dünyası büyük keşiflere imza attı. Neler mi? Örneğin, Higgs bozonunun keşfi, gen düzenleme için CRISPR kullanımı devrim yaratan gelişmelerden sadece birkaçı…  Peki, önümüzdeki 10 yılda bilimde neler yaşanması ve hangi teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor? İşte uzmanların ağzından 2020’lerde yaşanabilecek en heyecan verici keşifler, teknikler ve gelişmeler…

Evrensel grip aşısı

Uzunca bir süredir üzerinde çalışılan ama bir türlü geliştirilemeyen evrensel bir grip aşısı, önümüzdeki 10 yıl içinde geliştirilebilecek çığır açan tıbbi bir gelişme olabilir. Uzmanlara göre gelinen noktada evrensel grip aşılarına yönelik çeşitli yaklaşımlar ileri düzeyde ve şimdiden ümit verici sonuçlar birikmeye başladı. Teorik olarak, evrensel bir grip aşısının gribe karşı uzun süreli koruma sağlaması bu nedenle de her yıl grip aşısı yapma ihtiyacını ortadan kaldırması bekleniyor. Grip virüsünün bazı kısımları sürekli değişirken, pek çok kısmı da çoğunlukla yıldan yıla değişmeden kalıyor. İşte geliştirilmesi beklenen evrensel grip aşısına yönelik tüm yaklaşımlar, virüsün bu daha az değişken olan kısımlarını hedefliyor.

Evrensel grip aşısı için insanlardaki ilk denemeler Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü’nde (NIAID) başladı. Bu denemelerde, deneysel aşının güvenliğine ve katılımcıların aşıya karşı bağışıklık tepkilerine bakılacak. Bilim insanları araştırmanın ilk sonuçlarını da bu yılın başlarında bildirmeyi planlıyor.

Daha büyük ve daha iyi beyinler

Bilim insanları son 10 yıl içerisinde insan kök hücrelerinden üretilen ve “organoid” olarak bilinen mini beyinleri başarıyla yetiştirdi. Pennsylvania Üniversitesi Perelman Tıp Fakültesi’nden Nörobilim Profesörü olan Dr. Hongjun Song’a göre beyin organoidleri sadece erken fetal gelişiminde küçük bir beyin parçasına benzeyecek şekilde yetiştirilebiliyor. Bununla birlikte bu gelişme önümüzdeki 10 yıl içinde değişebilir. “Sadece hücre tipi çeşitliliği değil, hücresel mimariyi de gerçekten modelleyebiliriz” diyen Song’a göre olgun nöronlar kendilerini beyinde katmanlar, sütunlar ve karmaşık devreler halinde düzenliyor. Şu anda, organoidler sadece bu karmaşık bağlantıları besleyemeyen olgunlaşmamış hücreler içeriyor. Öte yandan Dr. Song, önümüzdeki on yılda bu zorluğun üstesinden gelinebileceğini düşünüyor. Beynin minyatür modelleriyle bilim insanları nörogelişimsel bozuklukların nasıl ortaya çıktığını anlamaya yardımcı olabilir; hatta gelecekte beynin hasarlı bölgelerinin yerini almak için sinir dokusunun “fonksiyonel birimlerini” bile büyütebilirler.

Dönüştürülmüş enerji sistemleri

İçinde yaşadığımız son 10 yılda yaşanan aşırı yağışlar, kuraklık, yükselen deniz seviyeleri aslında üstünde yaşadığımız gezegenin ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koydu. Bu ciddi sorunun çözümlerinden birini dönüştürülmüş enerji sistemleri oluşturuyor. Illinois Üniversitesi’nde atmosfer bilimleri profesörü Donald Wuebbles, şiddetli hava koşullarından ve belki de deniz seviyesinin yükselmesinden kaynaklanan etkilerin nihayet iklim değişikliğini ciddiye almaya başlamamıza neden olduğunu belirterek “Enerji ve ulaşım sistemlerinin yenilenebilir enerjilere dönüştürülmesine yönelik yeni yaklaşımlar ve teknolojiler geliştirilecek” diyor. Penn State Üniversitesi’nde tanınmış Meteoroloji Profesörü Michael Mann ise önümüzdeki 10 yılda iklim konusunda harekete geçileceğini ancak bu geçişi hızlandıracak politikalara ve bu politikaları destekleyecek politikacılara ihtiyaç bulunduğunu söylüyor.

Axion’un keşfi

Son 10 yılda, çok küçük dünyamızdaki en büyük haber, diğer parçacıklara kütlelerini ödünç veren gizemli “Tanrı parçacığı” olan Higgs bozonunun keşfiydi. Bu keşif şu açıdan da önemliydi; Higgs’in bulunmasıyla diğer parçacıklar da yavaş yavaş öne çıkmaya başladı. Nitekim Nobel ödüllü fizikçi Frank Wilczek’e göre bu varsayımsal parçacıklardan birini bulma konusunda makul bir şansımız bulunuyor.

Aslında Axion, sıradan maddelerle nadiren etkileşime giren bir parçacık sınıfı yani tek bir parçacık değil. Karanlık maddeyi açıklamaya yardımcı olacak ve madde-antimadde dengesizliği hakkında bilgi verecek olan Axion keşfiyle bilim insanları, yerçekimi dalgalarını veya uzay zamanındaki dalgalanmaları tespit etmeyi hedefliyor. Axion’u bulmak için yapılan girişimler arasında şu ana dek Axion Karanlık Madde deneyi ve CERN Axion Güneş Teleskobu bulunuyor.

Dünyaya benzeyen bir atmosfer

6 Ekim 1995’te bir çift gökbilimci, güneşe benzer bir yıldızın yörüngesinde dolaşan ilk dış gezegenin keşfini açıkladığında evrenimiz daha da büyüdü. NASA’ya göre bu keşif sonsuza dek “evreni ve içindeki yerimizi görme biçimimizi” değiştirdi. On yıldan fazla bir süre sonra, gökbilimciler güneş sistemimizin dışında yıldızların etrafında dönen 4.104 dünyayı doğruladı ve artık şimdi 10 yıl önce bilinmeyen birçok dünya mevcut.

Astrofizikçi Seager’a göre önümüzdeki 10 yıl, James Webb Uzay Teleskobu’nun (JWST) beklenen lansmanı ile astronomi ve dış gezegen bilimi için oldukça heyecan verici olacak. Hubble Uzay Teleskobu’nun kozmik ardılı olan JWST’nin 2021’de piyasaya sürülmesi planlanırken; bilim insanları ilk kez öte gezegenleri kızılötesinde görebilecek. Tabii gelişmeler bununla da kalmayacak. Söz konusu teleskopla dünya benzeri atmosfere sahip kayalık gezegenlerdeki su buharı da tespit edebilecek. Su buharı da canlılar için yaşam anlamına geldiği için bilim insanları bunu umut verici bir yaklaşım olarak değerlendiriyor.

Kaynak: https://www.livescience.com/next-decade-biggest-scientific-advances.html

 

Nasdaq’ın Güvenliği Yapay Zekaya Emanet

Hacim bakımından dünyanın en büyük borsası olmasından dolayı dolandırıcıların en cazip hedeflerinden olan Nasdaq’ın güvenliğinden bundan sonra yapay zeka sorumlu olacak. İnsan analistlerle beraber çalışacak yeni bir derin öğrenme sistemi, günlük yapılan yaklaşık 17,5 milyon işlemi gözetleyecek.

Hayatımızda yapay zekanın yeri artık yadsınamaz bir gerçek… Birçok sektörde yapay zekanın farklı kullanımını görebilmek mümkünken; finans sektörü de bu dönüşümden nasibini fazlasıyla alıyor. Bunun son örneği de şu aralar Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük üç borsasından biri olan Nasdaq’da yaşanıyor. Hacim anlamında dünyanın en büyük borsası olarak kabul edilen Nasdaq’da manipülasyonları ve dolandırıcılıkları tespit edecek yeni bir yapay zekâ sistemi kullanıma sokuluyor. Hacim büyüklüğü nedeniyle dolandırıcıların gözdesi olan borsada sürekli olarak sistemi alt edecek yasa dışı girişimlerin de gözlemlenmesi gerekiyor ki bunlar arasında manipülasyon ve hissenin kapanış fiyatının şişirilmesi gibi faaliyetler bulunuyor. Bu gibi işlemlerin önüne geçebilmek için günde 17,5 milyona yakın işlem, insan analistlerle beraber çalışarak derin öğrenme sistemi tarafından kontrol edilecek.

Yeni eskinin yerini almayacak

Konuya ilişkin bilgi veren Nasdaq Kuzey Amerika’nın Piyasa Gözetleme Yöneticisi Martina Rejsjo hisse senetleri piyasasında eski sistemde insan analistlerin izlemesi için günde 1.000 uyarı verdiğini söyleyerek “Bunların bir kısmının dolandırıcılık işlemi olarak onaylanıyor ve bu gibi durumlarda çok ağır cezalar veriliyor” diye konuşuyor. Yeni sistemde ise yapay zeka sayesinde dolandırıcılık modellerini tespit etmede daha yüksek doğruluk oranına sahip olunacak, insan analistlerin yükü azaltılacak ve daha komplike dolandırıcılık modelleri daha kolay belirlenebilecek. Nasdaq Yapay Zekâ Müdürü Doug Hamilton’a göre de yeni sistem, eski sistemle birlikte kullanılacak ve doğrudan eskiyle yeni değiştirilmeyecek. Bunun nedeni de bilgisayar korsanlarının sistemlerin kör noktalarını bularak onları kandırabilmesi…

Yılda 750 bin uyarı

ABD’nin sermaye piyasaları dünyadaki en büyük, en likit finansal ekosistem olduğunu ve perakende ile kurumsal yatırımcılar için piyasaları korumanın önemli bir sorumluluk olduğunu söyleyen Martina Rejsjo, “Bu, ticari faaliyetlerini daha iyi sürdürebilmek için yeni teknolojileri benimseme ve kaldıraç yapma yöntemimizi sürekli olarak geliştirmek anlamına geliyor. Yapay zekayı izleme sistemimize dahil ederek, algılama kapasitemizi keskinleştiriyoruz ve ülkemiz pazarlarının bütünlüğünü korumak için piyasa faaliyeti bakış açımızı genişletiyoruz” diyor. Halen, Nasdaq’ın ABD pazarındaki gözetim ekibi, olağandışı fiyat hareketleri, alım satım hataları ve olası manipülasyonları tespit ederek yılda 750 binden fazla uyarı inceliyor.

Diğer pazarlara uygulayabiliriz

Michael O’Rourke ise yapay zeka ve makine öğreniminin şirketlerinde daha zengin bir müşteri deneyimi sağlamaktan, piyasa trendlerini tahmin etmekten veya daha gelişmiş bir pazar gözetimi yetenekleri oluşturmaya kadar geniş uygulama yeteneklerine sahip olduğunu belirterek şöyle devam ediyor:  “ABD hisse senetlerini izleyen piyasa gözetim sistemimizde yapay zeka uygulayarak, özellikle kötüye kullanım, piyasa kötüye kullanma kalıplarını öğrenmek için benzersiz yaklaşımlar kullanabilir ve bu bilgiyi dünya çapındaki diğer pazarlara uygulayabiliriz. Yapay zeka, piyasa bütünlüğünü korumak için gözetim ekiplerini daha hızlı, daha akıllı ve daha doğru izleme yetenekleriyle güçlendirecek olan uyarlamalı algılama modellerine odaklanan gelecek nesil gözetim teknolojisinin oluşturulmasında çok önemli bir rol oynayacaktır. ”

 

Bulut Bilişimde Yeni Teknolojiler

Bulut bilişimin sağladığı yeni teknolojilerin gelişimi son birkaç yıldır baş döndürücü… Bazı durumlarda, bu yeni teknolojiler bulut şirketleri tarafından yaratılırken; bazı durumlarda da bir teknolojinin bulutla olan yakın ilişkisi sonucu gelişiyor. Her iki durumda da, bu yeni teknolojiler sadece bulutta değil, aynı zamanda kurumsal bilgisayar dünyasında da büyük değişimler yaratıyor.

Bulut teknolojileri günümüzün dijital altyapıları olarak gelecekte de varlığını büyüyerek sürdürecek. Yazılımlar buluta taşınırken, üretilen her türlü bilgi artık bulutta depolanıyor. Kendisini sürekli yenileyen ve geliştiren bulut bilişim, doğası gereği pek çok yeni teknolojiyi de ortaya çıkarıyor.  Bu yeni teknolojiler gelecek adına büyük bir umut vaat ediyor olsa da, kimi zaman bulut bilişimde artan bir karmaşıklığa da katkıda bulunabiliyor.

Konteynerler

2014 baharında sahneye çıkan konteyner teknolojisi, bilişim dünyasında yazılım geliştirmenin nasıl daha hızlı ve daha çevik hale getirilebildiğini gösteriyor. Bir uygulamanın kodunu, yapılandırmalarını ve bağımlılıklarını, tutarlılık, verimlilik, üretkenlik ve sürüm denetimi için yapı taşları olarak paketleyen bir sanallaştırma yöntemi olan konteynırlar, müstakil ve bağımsız ortamlar… Bu yetenekleri sayesinde de genel ve özel bulut da dahil olmak üzere pek çok farklı ortama rahatça taşınabiliyor.

Sunucusuz bulut sistemleri

Amazon web servisi, 2014’te sunucusuz mimariyi tanıtmadan önce bulut müşterileri, çoğunlukla ileriyi düşünerek mevcut yükün çok üzerinde kaynak ile beraber satın alırlardı. Sunucusuz bulut teknolojisinde ise müşteriler yalnızca kullandıkları kadar ödemekteler. Daha da önemlisi, sunucusuz olan bulut sağlayıcısı, bakım ve ölçeklendirmenin altyapı zorluklarını kontrol ederek müşterilerin bulut tabanlı sistemlerini oluşturmasını kolaylaştırıyor ve hızlandırıyor.

Mikroservisler

Büyük, karmaşık yazılım parçalarını güncellemek yavaş ve zahmetli bir işlem olabiliyor. Mikroservisler, işte bu monolitik uygulamaları birkaç küçük, birleştirilmiş servis veya “modüle” bölebiliyor. Yeni güncellenen yazılımların sürekli dağıtımını sağlayan mikroservisler, uygulama geliştirmenin bulut çağının gerektirdiği daha yüksek hızda hareket etmesini sağlayan bir teknoloji olarak karşımıza çıkıyor.

DevOps

2012’de ciddi bir ivme kazanmaya başlayan DevOps, bir teknoloji olduğu kadar kültürel bir değişim de aynı zamanda… Geliştiriciler bir şeyler yaratırken; operasyon yöneticileri ise metrikleri ve elektronik tabloları kucaklayan ekipler… Geliştiriciler ve operasyon yöneticilerinin uyumlu çalışması ise ortaya çıkan sonucun başarısını derinden etkiliyor. Amacı, yazılım geliştirmeyi hızlandırmak ve farklı dünya görüşlerine sahip bu iki grubun birbirleriyle konuşmasını sağlamak olan DevOps sayesinde şirketler hataya açık olan manuel “Yazılım Yaşam Döngüsü” süreçlerini otomasyona bağlayarak değişimlere daha hızlı cevap verebiliyor.

Nesnelerin interneti

Bulut çağında, her şey ama her şey internete bağlanabiliyor; kol saatinizden, evinizdeki eşyalara hatta otomatik sürüş arabalarına kadar… Bu geniş sensör ağı yani nesnelerin interneti ise çok büyük veri okyanusları üretiyor. “Sınır bilişim” olarak da bilinen nesnelerin interneti ile ilgili kilit soru şu: Tüm bu veriler nerede işlenecek? Pek çok işletme için cevap; “bulut platformunda.” Bulut sağlayıcıların aşırı ölçeklendirme sunucuları tarafından desteklenen bulut tabanlı veri analizi, üstün veri sıkıştırma imkanı sunuyor.

Yapay zeka

Geleceği derinden şekillendirecek bir teknoloji olarak ortaya çıkan yapay zeka (AI), insan yardımından bağımsız olarak öğrenen yazılım vaadi ile dikkat çekiyor. Her ne kadar AI buluttan ayrı olarak var olsa da, işletmelerin kendilerini inşa etmeleri için çok karmaşık bir yapıya sahip… Bu nedenle işletmeler, makina öğrenimi ve derin öğrenme araçları da dahil olmak üzere AI çözümleri için bulut şirketlerine ihtiyaç duyuyor. Hızlı tepki süresine ihtiyaç duyan yapay zeka uygulamalarının talep ettiği, özellikle de yapay zekanın “öğrenme” sürecinde gerekecek olan işleme gücü, mobil cihazların yanı sıra bulutta da fazlasıyla mevcut…

2019’un Teknoloji Trendleri

2019 yılında trend olması beklenen veya halihazırda trend olan bazı teknolojilerin gelişim süreçlerini ve bizlere neler vaat ettiklerini sizler için derledik.

Artırılmış Otomasyon: Önümüzdeki dönemde tüketiciler ve iş sahipleri için işi yapan, hayatları farklı alanlarda otomatikleştiren, zaman alan görevlerin ortadan kaldırılabileceği daha çok araç ve uygulama göreceğiz. Bu yıl yapay zekanın en basit halinin artık iş dünyasında kendini hissettirerek zaman ve iş gücü kaybını önleyeceği bir sürece tanık olacağız.

Blockchain’in Geri Dönüşü: 2018 blockchain için kötü bir yıl oldu.  Blockchain teknolojisinin kullanıcı gözünde güven duygusunu yeniden kazanmasıyla 2018’de güven kaybeden blockchain’in 2019’da yükselişe geçişine kesin gözüyle bakılabilir. Bu şekilde blockchain teknolojisi bireyler arası alışverişlerde güvenliği sağlayarak güven sorununa çözüm bulabilecek gibi duruyor.

Artırılmış Gerçeklik: Artırılmış gerçeklik şimdiden pazara girdi ve mobil cihazlarda kullanılabiliyor. Başlangıçta mobil cihazlara oyun ya da eğlence aktiviteleri olarak katılsa da, 2019’da büyümenin devam edeceğini ve pratik kullanım için gündeme geleceğini söyleyebiliriz. Geliştiriciler teknik işlevlere daha fazla alıştıkları ve yaratıcılığın ortaya çıkmasına daha fazla izin verdikçe, pazardaki çoğu uygulamaya entegre edilebilecek.

Katlanabilir Telefonlar: 2019’da cep telefonlarına gelmesi beklenen en önemli trend ‘katlanabilir ekranlar’ olacak. Geçtiğimiz ay Samsung geliştirdiği bir prototipi ucundan göstermişti. Kapandığında telefon, açıldığında bir tablete dönüşen bu cihazın 2019’da piyasaya sürülmesi bekleniyor. Note serisi daha önce de giderek küçülme trendini tersine çeviren yeni bir trend başlatmıştı. Şimdi katlanabilir ekranlarla 2019’da yeni bir trend daha başlatabilir. Bu inovatif mobil cihazlara herkesin hemen sahip olabilmesi ve yaygınlaşabilmesi kolay değil. Örneğin; 2018’de dünyanın ilk 4 kameralı telefonu piyasaya çıktı. Dolayısıyla 2019’un mobil trendlerinden ikincisi de bu olacak. Mobil cihaz üreticileri bu ürünlerin daha iyi fotoğraf ve video çekebilmesi için yeni fikirler denemeye devam edecek gibi duruyor.

5G İnternet Hızı: İspanya’nın 2018-2020 Ulusal 5G Planı, 2019’da 5G’ye dayanan pilot projelerin geliştirilmesini öngörerek ikinci dijital pay dağıtımının serbest bırakılmasına işaret ediyor. 5G teknolojisinin temel çalışmaları yapılıyor, 2020’de saniyede 10 gigabayta ulaşacak bir hızda akıllı telefonlardan internette gezinilmesi planlanıyor. Pazar ve tüketici verisi sağlayıcısı olan Statista’dan gelen veriler; 2024 yılına kadar, 5G mobil ağ teknolojisinin, küresel nüfusun yüzde 40’ından fazlasına ve 1,5 milyardan fazla kullanıcıya ulaşacağını gösteriyor.

Yapay Zeka Her Yerde: Yapay Zeka, son yıllarda adını sıkça duyurdu. Ancak yaşam, çalışma ve oyun üzerindeki etkileri yalnızca ilk aşamalarda olduğu için gelişmeye devam ediyor. Yapay zeka insan zekasını taklit etmek ve görüntülerin tanınması, konuşma veya kalıpların tanınması, karar alma gibi görevleri yerine getiren bilgisayar sistemlerini ifade ediyor. Yapay zeka bu görevleri insanlardan daha hızlı ve daha doğru bir şekilde yapabiliyor.

Günümüzde 6 Amerikalı’dan 5’i navigasyon uygulamaları, yayın hizmetleri, akıllı telefon kişisel asistanları, araba paylaşımı uygulamaları, ev kişisel asistanları ve akıllı ev cihazları da dahil olmak üzere her gün yapay zeka hizmetlerini bir biçimde kullanıyor. Tüketici kullanımına ek olarak, yapay zeka birçok para tasarrufu görevinin yanı sıra trenleri programlamak, iş riskini değerlendirmek, bakımı tahmin etmek ve enerji verimliliğini artırmak için de kullanılıyor. 2019’da zaten devam etmekte olan bu trendin daha da artacağına kesin gözüyle bakabiliriz.

Güneş Panelleri Daha Verimli Hale Geliyor

Güneş paneli maliyetlerinin hızlı düşüşü, güneş enerjisini birçok ülkenin ana elektrik kaynaklarından biri haline getirmeye başladı. Ancak panellerin geliştirilebilirliğinin kısıtlı oluşu ve enerji depolamada gelecekte ortaya çıkabilecek sorunlar güneş enerjisi kullanımını sorgulanır hale getiriyor.

Bu arada güneş panelleri, güneş ile enerji üreten tek teknoloji de değil. Konsantre güneş enerjisi, güneş ışığını odaklamak için aynalar kullanarak türbinleri çalıştıracak ısıyı ortaya çıkarabiliyor. Ortaya çıkan bu ısının depolanması, günün her saatinde enerjinin kullanılabilmesini sağlıyor. Maalesef konsantre güneş enerjisi pek de bütçe dostu değil ve güneş panelleri bu yarışta epey önde gözüküyor. Ancak bazı materyal bilimciler konsantre güneş enerjisinin verimliliğini artıracak ve avantajlı hale getirecek bir yol bulmuş olabilirler. Ve bu yarışın gidişatı yakında değişebilir.

Sıcaklığı hisset

Güneş ışığı, aynaların odak noktasında bulunan bir sıvıyı ısıtmak için kullanılıyor. Daha sonra bu ısıyı ya bir depolama sistemine ya da doğrudan bir türbine aktarılıyor. Daha yüksek sıcaklıklar daha fazla enerji ortaya çıkartabiliyor ki bu da ısı transferinin verimliliğini kritik kılıyor.

Belirli bir sıcaklığın üzerindeki buharı karbondioksit ile değiştirmek mümkün hale geliyor. Buharın karbondioksit haline gelmesi enerji verimini yüzde 20 daha artırıyor. Ancak bu durumun ortaya çıkması için 726 santigrat dereceden fazla sıcaklık gerekiyor. Bu sıcaklıklarda metal eriyeceği için işler biraz zorlaşıyor.

Yeni yapılan araştırmalar sonucu bu sıcaklıklara dayanabilecek iki malzeme ortaya çıkıyor; tungsten ve zirkonyum karbür. Bu iki malzemenin erime noktaları 3.427 santigrat civarlarında bu da yüksek ısıya dayanıklılığı ve böylece ısı buharının karbondioksite kolayca çevrilmesini sağlıyor.

İstatistikler etkileyici olsa da asıl şaşırtıcı kısmı malzemenin nasıl üretildiği konusu.

Araştırmacılar, toz halindeyken bir kalıba dökülüp ısıtıldığında gözenekli bir materyale dönüşen bir tür seramik olan tungsten karbür ile işe başladılar. Başlangıçta seramik işlenerek son halini alabilecek durumdaydı. Son şeklini alınca seramik bakır ve zirkonyum dolu bir küvete yerleştirildi. Eriyik haldeki karışım gözenekleri doldurdu ve zirkonyum, tungsten karbür ile reaksiyona girdi. Erimiş malzemedeki bakır, katı maddenin yüzeyinde ince bir film oluşturdu.

Solar termik santrallerde meydana gelen koşullara bakacak olursak; bakır, karbondioksit ile reaksiyona girerek bakıroksidi oluşturuyor ve karbonmonoksit açığa çıkıyor. Ancak araştırmacılar süperkritik karbondiokside az bir miktar karbonmonoksit eklenirse bu reaksiyonun bastırılabileceğini deneysel olarak kanıtladılar.

Ekonomik dinamikler

Materyal şu ​​anda kullanılan metallerden çok daha iyi olduğundan, bir ısı dönüştürücüsü oluşturmak için çok daha azını kullanmak mümkün. Bu -daha az hammaddeye ihtiyaç duyduğunuz için- çok daha ekonomik ve küçük boyutu, ısı dönüştürücüsünün güç yoğunluğunu ve verimliliğini artırıyor.

Yeni hedef, bu teknolojinin yoğunlaştırılmış güneş enerjisinin fotovoltaiklerin yapamayacağı şekilde doğrudan bir yer değiştirebileceği geleneksel fosil yakıt santralleriyle birlikte kullanılması olacaktır. Ama buradaki durum da karışık.

Bazı ülkeler emisyonları azaltma taahhütleri konusunda ciddi adımlar atmaya başladıkça, konsantre güneş enerjisinin rekabet gücünü artırmaya yardımcı olacak şekilde emisyon içermeyen enerji üretimini fiyatlandırma yolları bulunabilir.

Son olarak belirtmeliyiz ki hem doğal gaz hem de nükleer santraller ısı değiştiricilere bağlı çalışır ve bu malzemenin bunların verimliliğini artırmak için de kullanılması mümkün olabilir.